top of page

BU BÖLÜMÜN AMACI

Bu bölümde eski yeni haber ve makalelerin can alıcı kısımları bulunacaktır. Bu parçaları okuyup, harmanlayıp bir yap boz gibi gerektiğinde birleştirmek ya da eşleştirmek ve bunlardan bir analiz çıkarmak siz değerli okuyucularımıza bırakılmıştır. Gönderdiğiniz analizler sitemizde editör kontrolünden sonra yayınlanacaktır.

                                                                                                        

5 soruda doğalgaz krizi!

- Highlight Loc. 136-53  | Added on Monday, August 23, 2010, 11:28 AM

5 soruda doğalgaz krizi 1- Rumlar, doğalgazı yeni mi buldu? Rumlar 6 yıldır bölgede sismik araştırma yapıyor. Rumlar, 2003’te Mısır, 2006’da Lübnan ve geçen yıl da İsrail’le doğu Akdeniz’i paylaşan anlaşmalar imzalayıp kendine kalan ülkenin güneyini 13 parsele ayırdı. Bu parsellerden Afrodit adı verilen 12’nci parseli ABD Houston merkezli Noble Energy şirketine kiraladı. Noble da geçen yıl bölgeye bitişik İsrail sularında doğalgaz bulunca ve bölgenin doğalgaz yatakları ile kaplı olduğu belirlendi. 2- Rumlar nerede sondaj yapıyor? Kıbrıs Rum Yönetimi’nin doğu Akdeniz’de doğalgaz sondajı yaptığı yer, Kıbrıs adasının 175 kilometre güneyinde. Doğusunda İsrail güneyinde ise, Mısır’ın ekonomik alanları yer alıyor. Türkiye ile Ada arasındaki deniz mesafesi 70 kilometre olduğu düşünülürse, sondaj yapılan yer neredeyse Akdeniz’in ortası. Doğalgaz miktarı 450 milyar m3 olarak hesaplanıyor. Ancak söylenen rezervlerin AB ülkelerine 100 yıl yetecek miktarda olduğu. 3- İsrail’in ne ilgisi var? Sondajı yapan Amerikan Noble şirketinin Yahudi sermayeli olduğu belirtiliyor. Noble Energy, İsrail’in Delek şirketiyle halen İsrail’de doğalgaz çıkartıyor. Noble Energy, Rumların Afrodit adı verdiği bölgedeki çalışmaları da Delek şirketiyle ortaklaşa yürütüyor. Sondaj platformu da İsrail’den geldi. Yunanistan da Rumların arkasında yer alınca bölge ısındı. 4- Doğalgaz ne zaman çıkacak? Rumlar adına sondaja yeni başlayan İsrail ile Amerikan şirketi, 1.650 metrelik deniz tabanına ulaştı. Buradan ‘matkap’ adı verilen motorlarla tabandan aşağı delmeye de başladı. Deniz tabanından 2.500 metre aşağıya kadar delecekler. İlk numunelerin 70 gün sonra alınması planlanıyor. Çıkacak doğalgazın, deniz altına döşenecek boru hatlarıyla Kıbrıs Rum kesimine ulaşma tarihi, 2014 diye hesaplanıyor. 5- Türkiye neden itiraz ediyor? Türkiye’nin Rumların doğalgaz sondajına itirazı iki ana noktada oluşuyor. Birincisi Rumların Kıbrıslı Türkleri hiçe sayarak tek başına doğu Akdeniz’i komşu ülkeler ile paylaşma yetkisi bulunmadığı üzerine. İkinci itirazı ise, doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip Türkiye’nin de hakları bulunduğu yönünde. Kıbrıs adasının, ada olması nedeniyle karasularının dışında -Ege’de olduğu gibi- münhasır ekonomik alan hakkı olup olmadığı da ayrı bir itiraz konusu. Ancak Türkiye henüz bu son itirazı öne çıkarmıyor.

==========

AB, Türkiye hayranı çıktı _ iyibilgi

- Highlight Loc. 113-25  | Added on Monday, August 23, 2010, 11:31 AM

Türkiye’ye olumlu bakanların oranı Almanya’da 8 puan artışla yüzde 42’ye, Fransa’da 12 puan artışla yüzde 53’e, İtalya’da 8 puan artışla yüzde 33’e çıktı. Amerikan düşünce kuruluşu Alman Marshall Fonu’nun (GMF) yılda bir gerçekleştirdiği Transatlantik Eğilimler anketi Türkiye ’nin sadece Arap sokaklarında değil, Avrupa kamuoyunda da takdir gördüğünü ortaya koydu. Türkiye ile birlikte 12 AB üyesi ve ABD’de biner kişiyle görüşülerek hazırlanan araştırmaya göre son bir yılda Türkiye’ye tamamenya da kısmen müspet bakanların oranı Almanya’da 8 puan artışla yüzde 42’ye, Fransa’da 12 puan artışla yüzde 53’e, İtalya’da 8 puan artışla yüzde 33’e, Polonya’da 10 puan artışla yüzde 49’a, Portekiz’de 11 puan artışla yüzde 52’ye, Slovakya’da 5 puan artışla yüzde 32’ye ve Bulgaristan’da 2 puan artışla yüzde 47’ye çıktı. Ankete bu yıl katılan İsveç’te ise Türkiye’ye müspet bakanların oranı yüzde 32 oldu. Son bir yılda Türkiye’ye tamamen ya da kısmen olumlu bakanların oranı ABD’de 8 puan gerileyerek yüzde 42’ye, İngiltere’de 12 puan gerileyerek yüzde 44’e, Romanya’da 4 puan gerileyerek yüzde 52’ye ve İspanya’da 1 puan gerileyerek yüzde 45’e indi. Bununla beraber Türkiye’ye tamamen ya da kısmen olumsuz bakış oranı ABD’de 14 puan ve AB ortalamasında 8 puan olmak üzere kayda değer oranda gerilerken, tek istisna 3 puan artışın görüldüğü Romanya oldu.

==========

İstihbaratın derin dili _ iyibilgi

- Highlight Loc. 114-26  | Added on Monday, August 23, 2010, 11:46 AM

Kendisini emekli bir istiharatçı olarak tanıtan kişi, Fatih Altaylı'ya gönderdiği mektupta, MİT'in PKK ile yaptığı görüşmelerde kullandığı "dilin" kısa bir analizini yapmış. Altaylı'nın yazısından ilgili kısım: “Sayın Altaylı, Oslo’da devlet adına PKK temsilcileri ile görüşen birini şahsen de tanıdığım iki kişinin kullandığı dille ilgili kamuoyunda oluşan infiali izliyorum. Açıkçası bu anlamsız bir infialdir. Orada bulunan görevliler bilerek ve yaptıkları işin bir parçası olarak Öcalan’dan ‘Sayın’ ve ‘Önderlik’ diye bahsetmişlerdir. Çünkü Öcalan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin elinde hükümlü olarak bulunmaktadır ve yüzde yüz kontrol altındadır. Kontrol altındaki bu kişinin örgüt üzerinde hâlâ gücü olması ve örgütü yönlendirme kapasitesine sahip olması Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin lehine bir durumdur. Bu yüzden de Öcalan’ın devlet tarafından kabul görmüş ve saygın bir kişilik olarak gösterilmesi, örgüt üzerindeki gücünü korumasına neden olacaktır. Bu da terörle mücadelede ve daha da önemlisi Kürt sorununun çözümünde devletin elini güçlendiren bir koz olabilecektir. Bu nedenle bu dil bilinçli olarak kullanılmış ve Öcalan’ın örgüt üyelerine ‘Önemli’ biri olarak gösterilmiş olması bir taktiktir. Unutmayınız ki, bu dil kamuya açık olarak değil, örgüt mensupları ile yapılan gizli bir toplantıda kullanılan dildir.

==========

Yunan basınından Doğu Akdeniz'de savaş senaryoları - Hürriyet PLANET

- Highlight Loc. 228-46  | Added on Monday, August 23, 2010, 11:52 AM

Dokos, Doğu Akdeniz’de yaşanması olası senaryoları da şöyle sıraladı:   -- İsrail insansız hava araçları bölgeyi izliyor, Dolphin sınıfı denizaltıların da Kıbrıs Rum yönetiminin doğalgaz aradığı 12’nci parsel çevresinde görev yapması bekleniyor. Eğer gerekirse İsrail Sa’ar 5 sınıfı hafif savaş gemilerini de bölgeye gönderebilir. Kıbrıs Rum yönetiminin deniz gücü çok az, İsrail’in ise firkateyn göndermesi beklenmiyor.   -- Türkiye’nin de bölgeye savaş gemileri göndermesi sürpriz olmaz, ancak sondaj çalışmalarına müdahale etmesi çok düşük bir ihtimal. İsrail bunu doğrudan provokasyon olarak görecek ve yanıt verecektir. İki taraf da bunu istemez. Dahası iki ülke arasında tansiyonun yükselmesi Washington için de büyük bir baş ağrısı olur. Tansiyonun yükselmesi durumunda hava kuvvetleri arasında çatışmalar yaşanabilir. Bu çatışmalar muhtemelen İsrail için yüksek maliyetli bir zaferle sonuçlanır ancak Tel Aviv düşmanları listesine bir ülkeyi daha katmak istemez.    -- Ankara askeri bir yenilgiyle sonuçlanacak doğrudan bir çatışmaya girmek istemez. En olası senaryo Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan’a yanıt olarak Türkiye’nin adanın kuzeyinde kendi arama çalışmalarını başlatması olur. Türkiye aynı zamanda İsrail’e yanıt olarak Gazze ablukasını kırma girişimlerini destekler, Arap devletleriyle yakınlaşır ve Filistinlilerin bağımsız devlet olma taleplerine destek verir.

==========

Ya 'intihar' değilse_ _ iyibilgi

- Highlight Loc. 120-24  | Added on Tuesday, August 24, 2010, 04:24 AM

Aselsan intiharlarıyla ilgili delillerin Gölcük Donanma'sına yapılan baskında bulunmuştu. Donanma'ya gizlenmiş halde bulunan bir dijital delilde "ipucu" olarak nitelendirilen bir notta  "Aselsan ve SAGEM'e yoğunlaşalım, sorun çıkaranlar var. Sorunun kaynağı bulunmalı, gereken yapılmalı" şeklinde talimatlar verildiği belirlenmişti. Bunun üzerine ASELSAN ölümlerinin intihar değil de cinayet olduğuna yönelik ciddi kuşkuların olduğuna kanaat getirilmişti.

==========

Mühendisler Hüseyin Başbilen, Ali Ünsem Ünal ve Evrim Yançeken Türkiye F-16 savaş uçaklarına entegre edilecek dost düşman tanıma sistemi IFF'nin geliştirme aşamasında bir biri ardına ölmüştü.

==========

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNE ÇİN'DEN DÜNYANIN EN ETKİLİ SİLAHINI ALALIM _ netpano.com - Haber sitesi

- Highlight Loc. 139-47  | Added on Tuesday, August 24, 2010, 11:29 PM

Dünya tarihinde ilk uçak gemisini İngilizler kullanmışlar. 1914 senesinde hizmete alınan HMS Ark Royal adlı uçal gemisinin ilk vazifesi üzerinden havalanan uçakların ülkemizi bombalaması olmuş… İngilizleri kömür taşımasında kullanılan bir gemiyi uçak gemisine dönüştürmek sureti ile yüzer bir askeri pist sahibi olan Amerikalılar takip etmişler. Jupiter (AC-3) adlı kömür gemisi uçak gemisi olduktan sonra Longley CV-1 adını almış. Çin de uçak gemisi sevdasına 1998 yılında kapılmış. Rusya'dan aldığı uçak gemisini Ukrayna üzerinden ülkesinin Dalian Limanı'na getirirken dünya kamuoyuna da bu gemiyi yüzer bir kumarhane olarak kullanacağını duyurmuş. Ancak görünen o ki Çin gerekli yenilemeler ile sıfır model bir uçak gemisini önümüzdeki 1-2 yıl içerisinde denize indireceğe benziyor. Çin'in Pasifik Okyanusu'nda deniz sahasında uluslar arası stratejistlerin beklentisi ve öngörüsünün aksine çok daha önceden varlık iddia etmesi Amerika'yı ziyadesi ile endişelendiriyor.

Çin'in elinde öylesine bir koz var ki, ABD Deniz kuvvetlerinin adeta uykusunu kaçırıyor. Peki ABD Deniz Kuvvetleri'nin, özellikle de US Pasific Command Admiral Admiral Robert Willard'ı böylesine endişelendiren gelişme nedir? Çin'in 1 tanecik Uçak Gemisi mi? Bu sorunun cevabını vermeden önce dünyadaki Uçak Gemisi dengelerine bir bakalım. Dünyada 11 ülke güçlü bir devlet olmanın keyfini bir ayrı sürüyor. Başta Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Brezilya, Çin, Fransa, İngiltere, Hindistan, İtalya, Japonya, Rusya, İspanya, Güney Kore ve Tayland… Dünyada 37 tane aktif uçak gemisi sahibi bu 11 ülkenin içerisindeki en bahtiyar devlet Amerika Birleşik Devletleri. Tam19 tane uçak gemisi var. Bunlardan 9 tanesi Nimmitz Sınıfı nükleer enerji ile hareket eden, 85 uçak kapasiteli. 6 Milyar dolara mal oluyor ve yapımı 5 yılda tamamlanabiliyor.  Bu gemilerin işletme maliyeti 11.677 milyar Dolar. Dolaylı işletme maliyetleri ise 3,2 milyar dolar. Nükleer atıkların depolanması ise 13 milyon Doları buluyor. Hizmet dışı olduğunda, ömrünü tamamladığında kızağa alınmasının maliyeti ise 900 milyon dolar. ABD'nin 1 tane Tarawa Sınıfı Uçak Gemisi bulunuyor. Aslında bir yüzer uçak pisti olarak da nitelendirilebilir.  Liman olmadan karaya yanaşabilen destek yük gemileri, helikopterler ve uçaklar taşıyabiliyor. ABD'nin Wasp Sınıfı gemilerden 8 tanesine sahip. 40 savaş uçağı taşıyabilen bu gemiler helikopter de taşıyor. Wasp'lar da destek yük gemileri taşıyabiliyorlar. ABD'nin General R –Ford Sınıfı gemileri 3 adet olup 2015 yılında yelkenler fora diyecekler. Bu gemiler Nimmetz sınıfı nükleer enerji ile çalışan 85 uçak kapasiteli gemilerin yerini alması için planlanmış. Üç tanesinin maliyeti 22,4 milyar dolar. General R – Ford'un her birinde 4.500 Amerikan Askeri görev yapıyor olacak. ABD'nin America Sınıfı gemileri ise Tarawa Sınıfı Uçak Gemileri'nin yerini alacak yeni nesil uçak gemileri olarak planlanmış. Amerika Birleşik Devletleri'nin temel stratejisi nedir "Dünya'nın neresinde bir sorun varsa, oranın en yakınında hangi uçak gemimiz var diye bakarız" tezi üzerine kurgulamıştır dış askeri politikasını. Kimi zaman da uçak gemilerini kimi ülkelerin kara sınırlarına havadan harekat düzenleyecek kadar yakına götürür ki gerekli kabadayılığı yakinen gösterebilsin. İşte burada ÇİN'in yeni geliştirdiği bir silah, bu stratejik dengeleri alt-üst etmişe benziyor. Uçak gemileri kamikaze saldırıları dahi yapılsa, vurulamaz, batırılamaz unsurlar olarak algılanıyordu. Etrafında onlarca takip – koruma gemileri ve denizaltıları ile seyreden bu gemiler deniz savaşlarında sahibi olduğu ülkeye muazzam bir üstünlük sağlıyordu. Çin şimdi karadan ateşlenebilen, isabet ettiğinde bir uçak gemisini batırabilen muazzam füzeler geliştirdi. Ve bunu da dünya kamuoyuna duyurdu. Pasifikteki dengelerde en aktif şekle yer alacağını lisan-ı roket ile beyan etti anlayacağınız. Amerika Birleşik Devletleri açısından konunun ne kadar ciddiye alındığını Amerikan Deniz Kuvvetleri Pasific Kuvvetleri Komutanı Oramiral Robert Willard'ın açıklamasında saklı. Willard "Bu silah özellikle Uçak Gemileri'nin vurulması için geliştirilmiş" diyor.

Stratejik üstünlük açısından Uçak Gemileri'nin korkulu rüyası olacak bu roketlerin sahil şeritlerimize miktarı kafi konuşlandırıldığında Amerikan Uçak Gemileri'nin ister ülkemize yönelik, ister Ortadoğu'daki aktiviteleri açısından atacakları adımları iki defa değil en az 10 defa düşünecekleri kanaatindeyim. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne Çin'in geliştirdiği bu yeni sistem, uçak gemilerini vurabilecek roketler ne güzel de yakışır… Şöyle 1.500 tane alsak. Canım fazla oldu diyenlere, birkaç tanesini Pakistan'a hediye ederiz. Mesela nükleer başlıklı füzeler karşılığında…

==========

Türk savaş uçaklarına 'milli göz' _ iyibilgi

- Highlight Loc. 114-24  | Added on Tuesday, August 24, 2010, 11:39 PM

F-16'ların, deneme uçuşları için bu sistemlerle havalanmaya başladıkları öğrenildi. Sistem, testlerin ardından, Hava Kuvvetleri'ne teslim edilecek. Böylece savaş uçaklarının millileştirilmesi yolunda önemli bir adım atılmış olacak. 'Milli göz'ün, 2023 yılında hayata geçirilmesi planlanan 'ilk Türk savaş jeti' projesinde de kullanılması öngörülüyor. Projenin büyüklüğünün yaklaşık 50 milyon dolar olduğu belirtiliyor. Türk Silahlı Kuvvetleri, F-16 ve F-4 savaş uçaklarında halen LANTIRN (Gece için alçak irtifa seyrüsefer ve hedefleme kızılötesi ışını) sistemini kullanıyor. Son olarak Kandil'deki PKK hedeflerine dönük hava operasyonunda yurtdışı kaynaklı bu teknoloji kullanıldı. Yeni projenin nihayete ermesiyle birlikte, bu sistemin yerini yüzde yüz yerli tasarım olan ve milli imkânlarla geliştirilen 'AselPod' alacak. 'AselPod'da gece görüş ve hedefleme kabiliyeti sağlayacak termal kamera ile yüksek büyütmeli gündüz kamerası yer alıyor. Sistem, lazer güdümlü mühimmatlara uygun işaretleme yapabilecek ve pilota hedef mesafe bilgisi iletecek donanıma da sahip. ABD, İsrail ve Fransa'nın ardından Türkiye'nin bu kritik sistemi üreten dördüncü ülke olduğu belirtiliyor. İsrail yapımı insansız gözetleme uçakları Heronlarda da şu anda yine Aselsan tarafından geliştirilen 'Aselflir' isimli yerli sistem kullanılıyor.

==========

Türkiye, paranın çekim merkezi oldu _ iyibilgi

- Highlight Loc. 114-18  | Added on Tuesday, August 24, 2010, 11:45 PM

Bu yılın ilk 7 aylık döneminde Türkiye'ye gelen doğrudan yabancı sermaye miktarının 9.1 milyar dolara ulaşarak 2010'un tamamındaki 9.3 milyar dolarlık rakama yaklaştığını vurgulayan Çağlayan, ''Bu yılın temmuz ayı ödemeler dengesi verilerine göre, söz konusu ayda uluslararası doğrudan yatırım girişleri yaklaşık 2,8 milyar dolar düzeyinde gerçekleşti. Yılın ilk 7 aylık döneminde gelen yabancı sermayenin yüzde 91'i AB ülkelerinden oldu. Yabancı yatırımcıların gelişi AB ülkelerinin Türkiye ekonomisine duydukları güveni gösteriyor'' ifadelerini kullandı.

==========

Yazıcıoğlu Kazasında Yeni İddialar 27 Eylül 2011 11_00

- Highlight Loc. 112-24  | Added on Tuesday, August 24, 2010, 11:50 PM

Kahramanmaraş Savcılığı’nın da yürüttüğü “delil karartma” soruşturması kapsamında helikopterin enkazını bulan köylülerin ifadesini aldığı ortaya çıktı. Köylülerden Abidin Karakaş, “Enkazın yan tarafında arka bölümde içeride siyah renkli bir evrak çantası vardı. İkinci gidişimde çantayı görmedim” dedi. Karakaş, “Helikopter kazasında ölenlerden Murat Çetinkaya adlı şahsın elinde silah olduğunu gördüm” diye konuştu. Köylülerden Fatih Gökçek de “Enkaz yerinde yalnızca siyah bir çanta bir de kamera gördüm. Enkaza ilk yaklaşmamızda telefonumla ekipteki arkadaşlarımızı helikopter ile görüntü kaydı yapmıştım. 24 Mayıs 2009’a kadar bu görüntü telefonumda kaldı. O tarihte bazı arkadaşlarımla gezinti yaparken onlarla bu görüntüyü paylaşmak istedim. Onlar da fotoğrafı gördüler. Bir buçuk kilometre kadar yürüdükten sonra telefonumu tekrar açtığımda görüntü kaybolmuştu. Telefon servisine de gittim. Ancak servis de bulamadı. O tarihten sonra o telefonu bir daha kullanmadım. Yılmaz Dilki’nin yaptığı görüntü kaydının da olay günü aynı benim telefonuma olduğu şekilde kaybolduğunu onun da telefonu bir daha kullanmadığını kendisinden duydum” dedi. ‘HAFIZA KARTIMIZI ALDILAR’ Köylülerden Abdullah Göllü de “Olay yerine vardığımızda bir çanta gördüm. Kimseye içi para dolu bir çanta gördüğümü de söylemedim. Çanta donmuş vaziyette gibi idi. Döndüğümüzde, İçişleri Bakanımızın yanına gidip olay yerinde gördüklerimizi ve yaşadıklarımızı anlattım. Dışarı çıktığımızda salonda bulunan bir kişi benim telefonumun hafıza kartını istedi. Bu kaydın aileme ve bana zarar vereceğini söyledi. Kartı aldı” dedi.

==========

Ortadoğu'da Mezhep Savaşı Başlar mı_ 14 Eylül 2011 21_38

- Highlight Loc. 85-91  | Added on Tuesday, August 24, 2010, 11:58 PM

İran’ın Irak’ta giderek artan nüfusu, Hizbullah üzerinden Lübnan’da güç sahibi olması ve Suriye ile yakın dostluğu özellikle Suudi Arabistan’ı rahatsız ediyor. Ancak bölgeyi yakından takip eden gözlemciler bu gerilimin Şii-Sünni çatışmasına dönüşmesinden duydukları endişeyi dile getiriyorlar. Türkiye burada gerilim düşürücü, İslam’ın kanlı bir mezhep savaşına düşmesini önleyecek bir rol oynayabilir. Suriye’ye karşı tavrın daha da sertleştirilmemesinin ardında mezhep barışını sağlamaya yönelik rolü kaybetmeme kaygısı ağır basıyor olabilir. Böyle bir risk Lübnan’dan Pakistan’a uzanan bir coğrafyayı cehenneme döndürebilir.

==========

Türkiye'nin kaderi nasıl değişiyor_ _ iyibilgi

- Highlight Loc. 113-21  | Added on Wednesday, August 25, 2010, 12:01 AM

Turgut Özal, Türkiye ekonomisini uluslararası derecelendirmede "yatırım yapılabilir" seviyeye getirmişti. Özal'ın ardından iktidara gelen Süleyman Demirel- Erdal İnönü ikilisi Türkiye ekonomisini aşağı doğru çekmeye başladılar. Önce bütçe dengesini bozdular. Kadınlarda emeklilik yaşını 38'e, erkeklerde 42'ye indirdiler. Bu genç emeklilere maaş ödemek için devlet sürekli borçlandı. Bir de Demirel'in iktidara gelmek için, seçim sürecinde vaat ettiği "kim ne veriyorsa ben beş lira fazlasını veriyorum" rüşveti, devletin maliyesini iyice çökertti. O dönemde kamu bankaları, ahbap- çavuş anlayışıyla kredi verme furyası başlattı. Krediler tabii ki geri ödenmedi. Hatta bazı özel bankalar sahte devlet tahvili bile sattı, "siyasetçi korumasındadır" diyerek buna göz yumuldu. Böylece Özal döneminde yükselen Türkiye ekonomisi, Özal'ın ölümünün ardından battı. Sonunda 2001'de ekonomi derin bir krize girdi.

Bu arada Cumhuriyet tarihinde ilk defa sağlık ve eğitim harcamaları askeri harcamaların üzerine çıkarıldı. İnsan sağlığı ve eğitim, silahtan daha önemli olunca, fakirlik azaldı. Fert başına gelir son dokuz yılda üç kat çoğaldı ve 3 bin 400 dolardan 10 bin 600 dolara yükseldi. Bu süreçte anayasa değişiklikleriyle askerin ve yargının vesayeti geriletildi. Faiz lobisinin büyük baskısına rağmen IMF ile anlaşma yenilenmeyerek devlet bütçesi IMF vesayetinden kurtarıldı. IMF'den alınan 48 milyar dolarlık borcun 44 milyar doları geri ödendi. Bu ülkenin vatandaşı olan azınlıklara ait vakıfların haksız yere el konulan malları müthiş bir hamleyle iade edildi. Böylece devlet gücünü kullanarak zenginleşmiş ve mevki sahibi olmuş elitlerin iktidarından halkın iktidarına geçildi. Ama bu geçiş, bu köklü dönüşüm tabii ki çok sancılı oluyor. Kolay para kazanmaya alışmış faiz lobisi, Türkiye'nin notunun hak ettiği seviyeye yükselmemesi için elinden geleni yapıyor. Bütün bu zorluklara rağmen Tayyip Erdoğan, faiz lobicileriyle çarpışarak Türkiye'nin notunu tekrar Turgut Özal'ın bıraktığı "yatırım yapılabilir" seviyeye getirdi.

ılmasına raðmen, silahın ardından bu ülkeye gene de yeni anayasa gelecek. "Insanlar gibi bir ülkenin de kaderi olur mu?" demeyin. Evet, olur. Turgut Özal'ın ölümüyle bu ülkenin kaderi kötüye gitmişti, şimdi Tayyip Erdoðan bu kaderi yine iyiye doðru deðiştiriyor.

==========

Türkiye'yi PKK Üzerinden Kuşatma Çabası 22 Eylül 2011 09_49

- Highlight Loc. 86-94  | Added on Wednesday, August 25, 2010, 12:07 AM

Dış ilişkilerimizde en iyi günlerimizi yaşadığımızı söyleyemeyiz. İsrail ile biz savaşmasak da onlar bizimle ‘fiili bir savaş’ın içindeler. İşin kötü tarafı buna bir de Suriye eklendi. Yaklaşık 20 yıl PKK’nın ana destekçisi olan Suriye’de Beşar Esed her sabah Türkiye’nin NATO ülkeleriyle birlikte sarayını başına yıkması korkusuyla uyanıyor... Suriye’nin bölgedeki tek dostu kalan İran da Türkiye hakkındaki görüşünü netleştirdi. Mollalar Türkiye’yi ‘Batı’nın bölgedeki ajanı’ olarak görüyor ve Türkiye’yi ‘Arap Baharı’nın taşeronu’ sayıyor. İsrail, Suriye ve İran’a ek olarak Güney Kıbrıs ve Yunanistan’la da savaş olasılıklarından bahsediliyor... Kısacası cephe biraz da Türkiye’den bağımsız olarak çok genişledi... En kötüsü ise yukarıda saydığımız ülkelerin Türkiye ile meşru araçlarla mücadele edebilmeleri mümkün değil. Bundan dolayı hepsi kaçak güreşmeye başladı. Eğer Türkiye istikrarsızlaştırılabilirse, yani içe döndürülebilirse saydığımız ülkelerin tamamı rahat edecek. Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak için ise PKK’dan daha iyi bir araç yok.

Türkiye’nin İsrail’e meydan okuması İsrail’e vurulabilecek en büyük darbeydi. Türkiye, İsrail’in meşruiyetinin altını oydu ve bu anlamda İsrail’e Hamas’tan bile daha ağır bir zarar verdi. ABD de dâhil tüm dünya biliyor ki Türkiye Mavi Marmara meselesinde haklı. Obama gerçekten ‘hür bir adam’ olsaydı Furkan’a da sahip çıkardı, Türkiye’nin haklılığını da avazı çıktığı kadar haykırabilirdi. Başka bir deyişle İsrail zaten yapay desteklerle ayakta duran bir ülkeyken, Türkiye’nin desteğini çekmesi meseleyi tam anlamıyla ölüm-kalım sorunu haline getirdi. Bu durumda İsrail Türkiye’ye karşı hiç kimse için sır olmayan, tek bildiği mücadele yöntemini seçti.

İran ise nükleer krizlerde Türkiye’nin verdiği desteğe müteşekkir. Fakat rejim Türkiye’yi hiçbir zaman ‘güvenilmezler listesi’nden çıkarmamıştı. Mısır, Libya ve Suriye’de Batı ile aynı çizgiyi izleyen Türkiye, füze kalkanı anlaşmasıyla İran için bardağı taşırmış oldu. Gerçekten Türkiye bu oyunda tavrını Batı’dan yana koydu. Bu noktadan sonra Türkiye, Tahran’a göre ABD’den de, İsrail’den de daha tehlikelidir. İran, PKK’nın İran kolu olan PJAK’ı bitirmek üzere olduğunu açıkladı. Belli ki İran-PKK anlaşması da sağlanmış durumda ve PKK bundan sonra sadece Türkiye’ye saldırabilecek. Sonuç olarak karşımızda PKK üzerinden kuşatılmaya çalışılan bir Türkiye var. Bu kuşatmayı yarabilecek ortaklara ihtiyacımız olduğu açık. Obama-Erdoğan görüşmesi bu nedenle çok önemliydi. Türkiye bölgedeki kuşatmayı ABD ile yakınlaşarak kırmaya çalışıyor. Eğer bu başarılabilirse PKK konusunda 2003’ten bu yana büyük hayal kırıklıkları yaratan Amerikalılar belki de kendilerini affettirebilirler. Aksi halde Türkiye-İsrail ilişkileri de, Türkiye-ABD ilişkileri de sonsuza dek düzeltilemez bir hal alır.

==========

Türkiye'nin Afrika altyapısı yeterli mi_ _ Haber Analiz _ Dünya Bülteni

- Highlight Loc. 239-48  | Added on Wednesday, August 25, 2010, 05:20 AM

Sömürgecilik sonrası bu kıtaya ilgisini sürdüren birkaç emperyalist devlet bu araştırma kurumları ve Sivil Toplum Kuruluşları sayesinde Afrika’nın gündemini, önceliklerini belirlemekte. Türkiye Sivil Toplum Kuruluşları ile TİKA ile Afrika’da varlığını hissettirse de entelektüel anlamda büyük bir boşluk söz konusu. Bu da ancak araştırma kuruluşlarının verimli çalışmaları ile olur. 2005 yılında başlatılan Afrika Açılım sürecinin şimdiye kadar bu konuda altyapı tesis etmesi gerekirdi. Motor sporları için bile onlarca dergi varken Türkiye’de Afrika üzerine yayın yapan tek bir akademik dergi hala bulunmamakta. Bırakalım dergiyi bir internet sitesi dahi yok. Afrika dediğimizde yakın coğrafyamızdaki 54 ülkeden ve 1 milyar nüfustan bahsettiğimiz unutulmamalıyız… Somali krizi çıktığından beri araştırma merkezleri konuya ilişkin neler sunacak diye takip ediyorum ama Somali ülke profilinin dışında bir şey çıkmadı. Hal böyle iken entelektüel altyapı, bilgi ve uzman yokken Afrika Açılımı nasıl gerçekleşecek Türkiye Somali’de barış sürecine nasıl katkı sağlayacak? Afrika ile ilgili tüm bilgi akışı Reuters, BBC ve CNN’den, Batılı araştırma kurumlarından sağlanırken nasıl olup kendi özgün yaklaşımımızı ortaya koyacağız?

==========

'Türkiye İran olmaz ama Suriye de yaptırmayız' _ iyibilgi

- Highlight Loc. 134-37  | Added on Wednesday, August 25, 2010, 05:32 AM

"Muhsin Yazıcıoğlu, millete namlusunu döndüren tanka selam durmam demeseydi, belki bugün memnuniyet duyduğumuz bu noktayı tartışmayacaktık." Topçu, Yazıcıoğlu'nun şu sözlerinin de birilerini rahatsız ettiğini söylüyor: " Bura İran da olmaz, Arabistan da... Ama biz de size Suriye yaptırmayız." Bu konu yeniden gündeme gelince geçmişte zaman zaman görüşüne başvurduğum "Derin Ses"le konuştum. Ayrıntıya girmedi ama söyledikleri aynı adresi işaret ediyordu: "Asker, askerlik mesleği dışında her şeyle uğraşıyor.

==========

Somali'de Türkiye'ye İngiliz Oyunları 

- Your Highlight Location 4-36 | Added on Friday, September 20, 2013 11:12:41 PM

Mogadişu'ya 22 yıl sonra yeniden büyükelçilik açan İngilizler, Somali'yi dünya gündemine taşıyan Türkiye'ye karşı yıldırma kampanyası başlattı. Yaşanan kuraklık ve iç savaş döneminde sadece Türklerin el uzattığı ve halka birebir yardım ettiği Somali'nin yavaş yavaş rahata kavuşması, İngilizleri rahatsız etti. Ülkenin petrol kaynaklarına göz diken İngiltere'nin yeniden ülkede büyükelçilik açmasının ardından Türklere yönelik yıldırma kampanyası başladı. SALDIRILAR BAŞLADI Yeni Şafak'ın haberine göre, Türklerin çok sevildiği Mogadişu'da Türkiye'den gelenleri korkutmaya yönelik girişimler hız kazandı. BM ve İngiltere destekli Afrika Uluslar Birliği'nin (AU) 3 askeri, Mogadişu'da yol yapım çalışmalarını sürdüren İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) görevlilerine ateş açtı. Görevlilerin bulunduğu araca açılan ateş sonucunda şoför yaralanırken, olay sonrası 'Yanlışlıkla oldu' açıklaması yapan AU askerleri göstermelik bir özürle konuyu örtbas etmeye çalıştı. Türkiye'nin bölgedeki Kızılay aracına da geçtiğimiz günlerde saldırı düzenlenmişti. FİRMALAR VE DİPLOMATLARA ENGEL Türkleri sindirmeye yönelik son girişim ise Mogadişu Havaalanı'nda meydana geldi. Bu ülkede yatırım yapan Türk firmalarının çalışanlarına son iki aydır giriş-çıkışlarda problem çıkarılıyor. Türklere her türlü zorluğu reva gören bazı kesimlerin, bu ülkedeki İngilizlerden pasaport bile istemediği belirtiliyor. İddialara göre Türkiye'nin Somali Büyükelçiliği görevlileri de diplomatik pasaporta sahip olmalarına rağmen binbir zorlukla ülkeye giriyor. ALANDA ÇİFTE STANDART 1991 yılında kapatılan büyükelçiliğini 4 ay önce BM kontrolündeki Mogadişu Havaalanı'nda yeniden açan İngiltere, şirketleri kanalıyla 'Türk düşmanlığı' empoze ediyor. Havaalanının yer hizmetlerini yürüten İngiliz SKA Şirketi, Türkiye'den gelenlere her türlü zorluğu yaşatıyor. VIP'de yer alması gereken ve aranmayan diplomatları defalarca arayan görevliler, Türk diplomatları VIP yerine normal salonda bekletiyor. İngilizlere ise ne pasaport soruluyor ne de herhangi bir sorgulama yapılıyor. Burada, İngilizlerin aprona çıkıp uçakların yanına kadar gitmesine bile göz yumuluyor. Ayrımcı uygulamanın İngilizlerin bölgeye gelmesinden sonra yaşanması dikkat çekiyor. Türklerin aldığı ihale iptal edildi TİKA tarafından onarılıp açılan Mogadişu Havaalanı'nın işletmesi, bir Türk firmasına verilmişti. Ancak Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud'un İngiltere ziyaretinin ardından Türk firmasına verilen işletme ruhsatı iptal edildi. Mogadişu Uluslararası Aden Abdulle Havaalanı'nın yer hizmetleri İngiliz SKA firması tarafından yapılıyor. Birkaç yıldır bu işi yürüten firma aynı zamanda Kuzey Irak ve Afganistan'da da hizmet veriyor. Bölgede Türkiye'nin çalışmalarını yakından takip eden İngilizler, TİKA'nın inşa ettiği hastaneyi de mercek altına aldı. İngiltere yakında yeni bir havalimanı büyükelçilik binası inşa edecek. Askerlere eğitim rahatsız etti Somali askerlerinin Türk subaylarınca eğitilmeye başlanması da ülkedeki bazı kesimlerde rahatsızlığa yol açtı. Ordu ve polis teşkilatının eğitimi için 10 milyon TL'lik bütçe ayıran Türkiye'nin gönderdiği uzmanlar, ülkedeki kaos ortamından faydalanan çevrelerde sıkıntıya neden oldu. Tüm bunlara karşın adı yolsuzluklarla anılan Afrika Birliği Barış Gücü'nün görevine devam etmesi dikkat çekici bulunuyor. İngilizler geldi Somali değişti Türkiye'nin Somali'de 'balık vermek yerine balık tutmayı öğret' politikası, geçmişte bu ülkeyi sömüren bazı devletleri rahatsız etti. 'Somali ve sömürge' denince akla gelen ilk ülke olan İngiltere, Türkiye'nin Somali'deki faaliyetlerini yakından takip etmekle kalmıyor, yapılan çalışmaları birebir taklit de ediyor. Bu kapsamda Türkiye'nin düzenlediği Somali Konferansları'nın bir benzeri dün Londra'da gerçekleştirildi. Türkiye'nin davetli olduğu konferansa Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu katıldı. SOMALİ'Yİ 22 YIL SONRA HATIRLADILAR İngiltere, geçtiğimiz aylarda da Somali Büyükelçiliği'ni açma kararı alarak aradan geçen 22 yılın ardından ülkede kendini tekrar hissettirmeye başladı. Ancak bölgede çalışan Türk firmalarından alınan bilgiye göre, İngiltere'nin büyükelçilik açma kararı ve İngiliz yetkililerin ülkeye gelmelerinin ardından Türk çalışanlara yönelik güçlü bir yıldırma kampanyası başlatıldı.

Terör tüccarları - Cevdet Akçalı

- Highlight Loc. 274-86  | Added on Tuesday, August 17, 2010, 03:02 AM

Küçük bir sigara izmariti bir kâğıdı tutuşturabilir. Bu kâğıt parçası etrafındaki cisimleri yakabilir. Bu ateşi yangın haline dönüştüren rüzgârdır. İşte medya, basit bir bombalama olayını, ülke çapında felakete çeviren bir rüzgâr gibidir. Konuyu daha iyi anlamak için bir misal verelim. Aynı gün, aynı ölçüde zararlı, bir otobüs kazası, uçak kazası ve bir bomba patlatılması olayı olsa, medya için bu haberlerden bomba patlaması birinci, uçak kazası ikinci, otobüs kazası üçüncü derecede önemlidir. Gerçek bu olunca, bütün terör uzmanları şu noktada birleşirler: Terör, medyatik haber olmaktan çıktığı gün yaşamını yitirir. Bunu herkes bildiği halde, kafalara şu soru takılmaktadır: Terörün medya ile olan ilişkisi nasıl kesilir? Bazı ülkeler bunu sağlamak için sansür uygulamaya kalkarlar. Yayın yasağı koymaya çalışırlar. Bu yolla sonuç alınamadığı defalarca görülmüştür. Hükümetler çoğu zaman terör haberlerine değil de, bu olaylar sebebiyle alınan antidemokratik uygulamalara ait haberler üzerine sansür koyarlar. Medyanın, kendi kendisine oto-sansür uygulayarak terörün medyatik hale gelmesini önleyebileceği de düşünülebilir. Ancak, teröre ait haberler gazetelerin satışını artırıyor, televizyonlara reyting sağlıyorsa, bunu sağlamak da mümkün olmamıştır. Geriye bir tek önlem kalmaktadır. O da terörden asıl zarar gören halkın, haberi olduğundan büyük gösteren, halkı paniğe düşüren medyaya karşı tavır koymasıdır.. Bir gazetenin en büyük korkusu tirajının düşmesidir. Televizyonlar, düğmelerin kapatılmasından çekinirler.

Halk kitleleri, mitinglere katılıp gövde göstermesi yerine, her gün okuduğu gazetede, teröre ait haberleri ilk sayfada gördüğü zaman onu satın almaktan vazgeçerse, haberleri veren televizyonları kapatabilme iradesini gösterebilirse, kendilerine daha çok hizmet etmiş olacaklardır.

ABDnin Türkiye Korkusu 30 Kasım 2010 08_52

- Highlight Loc. 129-43  | Added on Thursday, January 14, 2010, 03:48 PM

TARİH: 20 Ocak 2010 / James Jeffrey'in Türkiye Analizi ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey'in kaleme aldığı 20 Ocak 2010 tarihli "Türkiye'nin yeni dış politikasının altında ne yatıyor?" başlıklı belgede, "ABD için en büyük potansiyel stratejik problem, Türklerin Balkanlar'da ve Ortadoğu'daki yeni Osmanlı duruşudur" deniliyor. Belgede, "Bu 'geçmişe dönüş' hareketi, Davutoğlu'nun Saraybosna konuşmasında apaçık belliydi. Türkler, bu eğilimi daima problemler çıkaran can sıkıcı yerel aktörlere de hissettiriyor. Başarılarına ve göreceli güçlerine rağmen Türkler, bölgesel liderlerle (Balkanlar'da Avrupa Birliği, Kafkaslar'da ve Karadeniz'de Rusya, Ortadoğu'da Mısır, Suudi Arabistan ve hatta İran) gerçekten rekabet edemez. Aksiyona dahil olmak isteyen Türkler, ezilen ya da baskı gören bir grup bularak, (mesela bir Siladjcic, Mish'al ya da Ahmedinejad) 'hile' yapmak zorundalar" iddiaları yer alıyor. Türkiye'nin yeni dış politikasının, kendileri için "karışık bir çanta" olduğunu vurgulayan Jeffrey, şu ifadeleri kullanmış: "Bölgesel ağır sorunları omuzlamak ABD'nin istenen hedefidir, ancak bu beraberinde kesin bir kontrol kaybını da getiriyor. Afganistan, Pakistan, Irak ve NATO gibi bizim için azami derecede önemli konular ele alındığında Türkiye çok önemli ve kritik bir müttefik. (Bununla birlikte Türkiye'nin Füze Savunma sistemi konusundaki lider rolü hiç kolay olmayacak). İncirlik ve Habur sınır kapısı ile Irak ve Afganistan operasyonlarında Türk hava sahasını kullanmak bizim için zaruri." James Jeffrey, İsrail- Türkiye ilişkilerinin ciddiyetini koruduğunu belirterek, "Eğer Türkler, kendilerinin de istediği gibi Suriye'yi İran'dan uzak tutmaya çalışırlarsa ve protokollerde gerçek başarıya ulaşırlarsa bu hepimizin yararına. Ancak,İran konusu farklı bir hikaye. Türkiye'nin İran'la ilişkileri, diğer ülkelerle olan tarihi ilişkilerinden biraz daha karışık. Bazı iç siyasi kaygılar Türkiye'yi yanlış yöne yönlendiriyor" ifadelerini kullanmış.

Haydarpaşa sabotaj olabilir mi_ _ iyibilgi

- Highlight Loc. 116-19  | Added on Tuesday, January 12, 2010, 12:39 AM

Sabotaj olsa da, olmasa da... 1.Haydarpaşa yangını eğer sabotaj ise... Başbakan Dolmabahçe'de iken, karşısında bulunan Hicaz Demiryolu'nun Bağdat'a ve Şam'a ulaşan ağının merkezinin yakılmasının sembolik anlamı vardır. Tam Lübnan'dan dönmüş iken ve Libya'ya gitmeden önce... Belki de Şam gezisi planlanırken... Eğer sabotaj ise... Başka sebepleri de olabilir elbette.

Tarihten hatırladığımız ise, Haydarpaşa Garı'nın 1917'de bir sabotaj sonucu yanmış olduğu... Bu sabotajın sebebi Suriye Cephesi'ne yardım gönderilmesini engellemek olarak kayda geçmişti. Atılgan Bayar / Akşam

===================================================

İran gündemini sarsan Davud Yıldızı! _ iyibilgi

- Highlight Loc. 116-20  | Added on Tuesday, January 12, 2010, 12:45 AM

İran yerel medyasına yansıyan ve İsrail’in Yediot Aharanot Gazetesi tarafından da yayımlanan haberde, Tahran’daki bir havalimanında bulunan binanın, 1979’daki İslam Devrimi’nden önce, Şah Rıza Pehlevi döneminde “İsrailli mühendisler” tarafından yapıldığı bildirildi. Yıldızın varlığının geçtiğimiz günlerde internet atlası Google Earth sayesinde keşfedildiği belirtilerek, “Devrimden 32 yıl sonra bu Siyonist simgenin hala kaldırılmadığını görmek ilginç” ifadesi kullanıldı. Haberlerde havalimanının ismi verilmedi. Tahran’da İmam Humeyni ve Mehrabad adlı iki havalimanı var.

==================================================

Nedret Ersanel __ Wikileaks, 'AKP'nin ardında ABD var' iddiasını çürütür mü_ _ iyibilgi

- Highlight Loc. 102-9  | Added on Tuesday, January 12, 2010, 08:39 PM

Gerçekten de Wikileaks’in ifşa ettiği diplomatik notların içinde, ‘büyük resmi’ yapan sisteme ilişkin hemen hiç ipucu yok… Gölgede kalan minik bir tanesi hariç… 22 Ocak 2010 tarihinde, ‘10STATE6451’ numaralı evrakla-“state” Dışişleri Bakanlığı oluyor- ve Hillary Clinton imzasıyla elçilikten bilgi isteniyor.. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a suikast iddialarıyla ilgili olarak… Konu bu noktada ikinci planda.. Ben ilginizi soruların niteliğine çekmek isterim…   Clinton diyor ki ilk satırda; “Washington'daki analistler, iki yıldır süregelen Ergenekon soruşturması nedeniyle Türkiye'de ordu ile siviller arasında artan gerilimi yakından takip ediyor.” (Ben istemiyorum onlar istiyor!) Ardından da soruları sıralıyor.. O soruların “kalitesi” ile elçiliklerden giden notları bir kıyaslayın… O zaman ‘büyük çark’ın küçük bir dişlisi hakkında daha bilgi sahibi olabilirsi

====================================================

Dünya Bülteni _ Haber Analiz _ ABD Pakistan'a gizli savaşını genişletiyor

- Highlight Loc. 119-21  | Added on Tuesday, January 12, 2010, 08:42 PM

Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgali Amerika ile Pakistan'ı yakın çalışmaya itti. Bu çok yakın beraberlik Sovyetlerin Afganistan'dan çıkartılmasına kadar çok üst düzeyde ileri gitti. Sovyetlerin Afganistan'da bozguna uğratılması için Pakistan'ın önemi o kadar büyüktü ki belki de Amerika bile bile Pakistan'ın nükleer silah yapmasına göz yumdu.

Loc. 122-31  | Added on Tuesday, January 12, 2010, 08:45 PM

Sovyetlerin 1989 Şubat'ında ağır bir yenilgi ile Afganistan'dan çıkmalarından kısa süre önce yollar ayrılmaya başladı. Önce Pakistan'ın başkenti İslamabad'a yakın çok büyük bir silah deposu sabotajla havaya uçuruldu. Depo, Sovyetlere karşı savaşan Afgan Mücahitlerine verilen silahların dağıtılmadan önce saklandıkları yerdi. Sonra, o dönem Pakistan devlet başkanı olan ve Sovyetlerin çıkması sonrasında kurulacak yeni Afganistan devleti üzerinde büyük ağırlığı olması beklenen,  General Ziyaülhak'ın en üst düzey askeri personeli ile şüpheli bir uçak kazasında hayatını kaybetmesi bu yol ayrımının ilk sinyaliydi aslında. Peşinden Pakistan'a silah ambargosu gündeme geldi. Pakistan'ın parasını verdiği savaş uçakları teslim edilmiyordu. Pakistan 11 Eylül hadiselerinden sonra Amerika ile yeniden bir işbirliği içerisine girdi. Ancak bu sefer ki işbirliği, Sovyetler aleyhine yapılanın aksine bir Amerika dayatması ile gerçekleşiyordu. 11 Eylül gerçekleşmiş, Amerika "teröre karşı savaş" ilan etmiş ve tüm dünya devletlerine ya kendileriyle ya da karşıda bulunmaya zorlamıştı. Pakistan'ın önüne ise çok daha katı bir seçenek konulmuştu. Amerika'nın önüne koyduğu şartları kabul etmemesi durumunda Pakistan'ın "taş devrine geri götürecek bir bombalamaya" hazır olması tehdidi yapılıyordu.

CIA şifresinde ilk ipucu - Hürriyet Dünya

Highlight Loc. 365-76  | Added on Monday, November 22, 2010, 07:14 PM

AMERİKAN Merkezi Haberalma Teşkilatı’nın (CIA) en çok huzursuz eden sırrı, tüm dünyada en iyi beyin ve bilgisayarların 20 yıldır çözemediği, CIA’nın Virginia, Langley’deki merkez binasının avlusunda bulunan “Kriptolar” adlı heykel. 1990’da Jim Sanborn tarafından yapılan heykelin üzerinde yaklaşık iki bin harften oluşan dört ayrı mesaj var. Bu mesajlar, Dan Brown’ın ‘Da Vinci Şifresi’ne bile konu oldu. Mesajları takıntı haline getiren binlerce şifre kırıcı, bilmecenin üç parçasını 1999’da çözmeyi başardı. Fakat dördüncü mesaj bir türlü çözülemiyor. 97 harf zorlayacak Şifrenin “Masonik bir sır” olarak algılanmasından ve şifre kırıcıların kendisine yanlış çözümler yağdırmasından rahatsız olan Sanborn ise son metindeki 6 harfi dün New York Times’a açıkladı. 64-69 arasındaki harfler “NYPVTT” diye okunuyor. Bu da şifresi çözüldüğünde “BERLİN” anlamına geliyor. Fakat dördüncü metnin kırılması hala zor. Çünkü sadece 97 harften oluşuyor. Oysa metin ne kadar uzunsa, o kadar kolay çözülüyor. İşte çözülen metinler Heykelin ilk bölümü şiirsel cümlelerden oluşuyor. Örneğin, “Zekice gölgelemekle ışık yokluğu arasında çok ince bir ayrım vardır.” İkinci bölüm, CIA merkez binasının enlem ve boylamlarını içeriyor. Üçüncü bölümde ise arkeolog Howard Carter’ın günlüğünün 26 Kasım 1922 tarihli sayfasında yazanlar (Carter’ın Firavun Tutankamon’un mezarını açtığı gün) bulunuyor. Çözümü zorlaştırmak için kasten yazım hataları

Dünya Bülteni _ Politika _ 'Savarona'ya baskında gizli servis parmağı...

Dünya Bülteni _ Politika _ 'Savarona'ya baskında gizli servis parmağı...

Rus ve Kazak basınına göre, Savarona'daki baskının perde arkasında kendi ülkelerinin gizli servisleri var. İngiliz basını ise, baskında yatta bulunduğu iddia edilen "madencilik devi" Maşkeviç'le ilgili iddiaları gündeme taşıyor. İddialara göre yattaki Kazak Bakan'la oligarklar, Kazakistan'ın yeraltı kaynaklarını paylaşmak için bir araya geldi. Bu buluşmayı ve baskını, Bakan'ın ayağını kaydırmak isteyen gizli servisler ayarladı. Rus ve Kazak basınına göre, Savarona'ya fuhuş baskını, fuhuştan ziyade bakan, hükümet görevlileri ve milyarlarca dolar serveti bulunan Tevfik Arif, Alexander Maşkeviç gibi oligarkların neden bir araya geldiğiyle ilgileniyor. "AMAÇ FUHUŞ DEĞİL" Vatan gazetesinin haberine göre Kazak basını, Dışişleri Bakanı Kanat Saudabayev ve beraberindeki diğer hükümet yetkililerinin, binlerce kilometrelik yolu sadece fuhuş yapmak için gelmediğini belirtiyor. Rus Regnum haber ajansına göre baskın sırasında gemide üst düzey 14 hükümet yetkilisi ve altı milyarder işadamı bulunuyordu ve fuhuşun yanı sıra, Kazak yeraltı kaynaklarının paylaşımı meselesi de görüşüldü. Üstelik bu buluşmayı ve ardından gelen baskını, Rus ve Kazak gizli servisleri ayarladı. Amaçları ise ülkede giderek güçlenen Dışişleri Bakanı Saudabayev'in adını böylesine bir skandala karıştırarak ayağını kaydırmaktı. Eğer bu iddialar doğruysa bakan koltuğuna veda edecek gibi görünüyor. Zaten Saudabayev, fuhuş baskınından beri ortalarda görünmüyor, AGİT toplantılarına bile katılmıyor. Diğer hükümet yetkilileri ise halen sır gibi saklanıyor. "TEK KİŞİLİK MADENCİLİK DEVİ" İngiliz Daily Telegraph ise, baskın sırasında yatta olanlar arasında Londra Borsası'nda işlem gören Eurasian Natural Resources Corporation (Avrasya Doğal Kaynaklar Şirketi)'nin kurucusu milyarder Kazak iş adamı Alexander Maşkeviç'in de bulunmasını öne çıkarıyor. Kişisel servetinin yaklaşık 2 milyar sterlin olduğu sanılan Maşkeviç, tek başına "madencilik devi" olarak görülen şirketin hisselerinin yaklaşık yüzde 15'ine sahip. Hisselerin yüzde 44'ü de, Maşkeviç'in de aralarında olduğu Kazakistan'ın çok güçlü üç iş adamının kontrolünde. Daily Telegraph'a konuşan sözcüsü ise Yahudi cemaatinin de önde gelen isimlerinden Maşkeviç'in, baskın sırasında Savarona'da olduğunu ancak göz altına alınanlar arasında bulunmadığını söylüyor. Kazakistan, Müslüman ülkelerin ve Türk devletlerinin yüz ölçümü bakımından en büyüğü, doğal kaynaklar bakımından da en zengin olan ülkesi olarak biliniyor. Geniş coğrafyasında petrol, uranyum, demir, altın, kurşun madenleri bol miktarda bulunuyor.

27 MAYIS’IN ÖTEKİ YÜZÜ _ SİVAS KAMPI - 1 - - Taraf Gazetesi

27 MAYIS’IN ÖTEKİ YÜZÜ _ SİVAS KAMPI - 1 - - Taraf Gazetesi

Darbenin çok az bilinen bir başka acılı hikâyesi daha var. 27 Mayıs askeri darbesinden dört gün sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan toplanan 485 kişi Sivas Kabakyazı’da 5. Er Eğitim Tugayı’nda askeri garnizon içindeki kampta dokuz ay süren bir “zorunlu misafirliğe” tabi tutuldular. Dokuz ay süren zorunlu misafirlik içerisinde Sivas’a getirilenlerin yaşları 14 ile 70 arasında değişiyordu. “27 Mayıs’ın öteki yüzü: Sivas Kampı” adlı yeni çıkan kitabın bir özeti olan bu yazı dizisinde Celal Bayar’ın “Siyasal Kürtçülüğün merkezi” ve Hüsamettin Cindoruk’un da “Apo hareketinin kaynağı” olduğunu iddia ettiği Sivas Kampı tanıkların anlatımları ve hiç yayınlanmamış resimlerle anlatılacak.

Askeri darbeden dört gün sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan tutuklanan yaklaşık 485 kişi Tutuklananlar Sivas Kabakyazı’da 5. Er Eğitim Tugayı’nda askerî garnizon içindeki kampta dokuz ay süren bir “zorunlu misafirliğe” tabi tutuldular. Misafirlik diyoruz çünkü askerî yetkililer Sivas’ta bulunan kişilere tutuklu olmadıklarını, misafir olduklarını açıklamışlardı. Dokuz ay süren zorunlu misafirlik içerisinde Sivas’a getirilenlerin yaşları 14 ile 70 arasında değişiyordu. 485 kişinin gözaltına alındığı operasyon muhtemel bir Kürt muhalefetini baştan sindirmeyi amaçlıyordu. MBK, Irak ve İran’da yükselen Kürt Ulusal Hareketi’nin Türkiye’deki etkilerini kırmak istiyordu. Çünkü aynı dönemde özellikle Irak’ta Molla Mustafa Barzani önderliğinde yürütülen ulusal mücadele Türkiye’yi de etkilemekte, sınır bölgelerinde Hakkâri, Van, Siirt, Mardin, Diyarbakır gbi yerlerde Barzani’ye fiili destek verilmekteydi. MBK’nın bir yetkilisi o dönem yaptığı açıklamada “Türkiye’nin bütünüyle yalnız Türklerin vatanı olduğu, başka gayeler taşıyan birkaç kişiye benimsetilecektir.” Diyordu. Sivas Kampı’nın kimin fikri olduğu bugün hâlâ net olarak ortaya çıkmış değil.

Esasında bu olay babam ve ben için düşünülmüşken, daha sonra bizi top yekûn öldürmek istediler. Şöyle: “Herkes bırakıldıktan sonra 55 ağa kalınca bir daha böyle bir fırsat bir daha yakalayamayız, bunlar en nüfuslu ağalar Güneydoğu’nun çeşitli vilayetlerinden. Bunları hamama veya başka bir yere götürürken, kaçmaya başladılar, askerin “Dur emri” ni dinlemediler, bunların hepsini kurşuna dizin. Ancak yine Sabri Koçak Paşa müdahale ediyor ve bu da önlenmiş oluyor.   Kinyas Kartal sarsıntı geçirdi Said Ensarioğlu’nun anlattığı olayı kampa 14 yaşında götürülen Şeyh Said’in torunu Abdülilah Fırat da doğruluyor: Üçüncü ayda etrafımız otomatik silahlarla çevrildi. ‘Talimat geldi dediler, birçok kimseyi kurşuna dizecekler’ dendi. Çok büyük bir panik ve heyecan oldu.

Sivas’a gönderilen aileler içerisinde Bucak’lar da dikkati çekiyordu. 27 Mayıs darbesinden sonra, Bucak Aşireti’ndeki post kavgası “Develete ihanet” suçlamasına dönüşmüştü. İhsan Bucak, Hasan Oral ile Faik Bucak’ı asker makamlara ihbar ederken, şunları söylemişti: “ Diş Tabibi Hasan Oral ve Avukat Faik Bucak, Anazu köyünde halkı silahlandırıyorlar. 10.000 kişilik silahlı bir grup oluşturuyorlar. Bir Kürt hükümeti kurmak, bu arada Adnan Menderes’i Yassıada’dan kurtarmak istiyorlar. Köylüleri, köy meydanına toplayarak, bu niyetlerini orada açıkladılar.” Bunun üzerine Bucakların büyük bir kısmı toplanarak Sivas Kampı’na götürüldü...Kampa getirilen Faik Bucak o dönem Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nde siyaset yapıyordu. HAKPAR eski Genel Başkanı Sertaç Bucak, babasını şöyle anlatıyor: Sivas Kampı ve 55’ler olayı preventiv (önleyici) devlet politikasının bir tezahürüdür. Kürt’lere yönelik “güvenlik boyutlu”geleneksel siyasetin bir parçasıdır. Zulümdür. Bu sürgünleri haklı göstermek için her türlü yalan ve şiddete başvurulmuştur... Sürgünden döndükten iki yıl sonra Faik Bucak ve arkadaşları 1938 Dersim isyanından 27 yıl sonra illegal Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’ni kurarak siyaseten ayrı örgütlenmenin ilk adımlarını attı ve partinin Genel Başkanlığına getirildi. Babamızın şahadetinden (5 Temmuz 1966) sonra bu gerçeği annemize hitaben yazılan Mella Mustafa Barzani imzalı başsağlığı mektubundan öğrendik. Sivas Kampı ve ondan sonra başlayan sürgünlük dönemi ile birlikte Dersim sonrası Kürt’lerin siyaseten ayrı örgütlenmeye başlamasının 27 Mayıs askerî darbesi hızlandırıcı bir rol oynamıştır. Dedem (Hasan Bucak) Kırklareli’nde sürgünde iken yaşlılığı gözönüne alınarak kışın karakolda konuk edilmiş”. Polislere bize Abdülhamit’ten beri hep sopa atıyorlar. Kim gelse ilk işi bizi sürgüne gönderip sopa atmak oluyor!” dermiş. Orada ki polis memuru hüzünle bunu halama anlatmış. Gerçekten de öyle oldu. 1960’da dahil sürgün müdavimi idik. Yegâne suçumuz” Kürt olmaktı.” diyor.

Sivas kampının ünlüleri AK Parti’de Adana Milletvekili olan Dengir Mir Mehmet Fırat’ın dedesi Zeynel Turan, Cem Vakfı Başkanı İzzetin Doğan’ın babası Hasan Hüseyin Doğan, Sedat Bucak’ın babası Hakkı Bucak, HAKPAR eski Genel Başkanı Sertaç Bucak’ın babası ve Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi kurucu başkanı Faik Bucak ve diğer Bucak’lar, Şeyh Said’in çocukları Şeyh Ali Rıza ve Şeyh Selahaddin Efendiler, Van’dan Kinyas Kartal ve diğer Kartallar, Hakkâri’den Ertuş’lar, Ağrı’dan Öztürk’ler, Diyarbakır’dan Ensarioğullar’ı, Elazığ’dan Septioğulları, Erzurum’dan Nurcu Mehmet Kırkıncı, Diyarbakır’dan Nurcu Mehmet Kayalar, Bayburt’tan Demokrat Parti Yöneticisi olan Baki Tuğ’un babası Necati Tuğ, Mardin’den Zeynel Abidin Erdem’in amcası Bahattin Erdem ve avukat M.Necati Kerimoğlu, Ağrı Tutak’tan Kazım Yıldırım, Malatya’dan Sait Çekmegl, Van CHP Milletvekili Tevfik Doğuışıker,Diyarbakır’dan Bozo Kemal lakaplı Kemal Yıldırım, Cemil Küfrevi, Batman’dan Sait Ramanlı, Kubbettin Septioğlu, Zeynel Abidin İnan, Mustafa Işık, Rıfat Ökten, Turhan Bilgin ve daha birçok tanınmış sima bulunmaktaydı. Oysa Sivas Kampı’nda Kürtçülük ve isyan edebilirler suçlamasıyla tutulanlardan Zeynel Turanlı’nın ailesi Milli Mücadele dönemindeki faaliyetlerden dolayı meclis tarafından altın madalyayla ödüllendirilmişti.

Diyarbakır’da Ensarioğulları ve Mehmet Kayalar başta olmak üzere tutuklamaları yapan kişi ise Şanar Yurdatapan’ın babası Daniyel Yurdatapan’dı.

O belgeler gün ışığına çıktı, Star Gazetesi

Highlight Loc. 138-84  | Added on Sunday, August 05, 2012, 12:11 PM

ABD, 2003 yılında Irak’ın işgali ve Saddam Hüseyin rejiminin düşürülmesinin ardından tüm devlet kurumlarını ve sarayları arayarak milyonlarca belge elde etti. Saddam Hüseyin ile kurmaylarının yaptığı özel görüşmelerin ses kayıtlarının da bulunduğu belgeler yıllarca incelendi ve Savunma Bakanlığı’nın finanse ettiği Amerikan Milli Savunma Üniversitesi’nde bir arşiv haline getirildi. Şimdi ilk defa üniversitenin Ulusal Strateji Araştırmaları Enstitüsü, bu belgelerden 20 tanesini halka açıkladı. İlk defa gün ışığına çıkan belgeler arasında Saddam Hüseyin ve en yakın danışmanlarının Kürtlere özerklik verilmesi ile bağlantılı olarak Türkiye hakkında Haziran-Temmuz 1988 tarihlerinde yaptıkları konuşma da var. Halepçe katliamından kısa süre sonra yapılan konuşmada Türkiye’nin o dönemde yaptığı kimyasal silah karşıtı açıklamalarına referans veriliyor. Saddam Hüseyin’in Türkiye’nin Kürtlere sahip çıkmasına çok sinirlendiği, karşılık olarak Kürtlere otonomi verilmesiyle ilgili bölgesel bir konferans düzenlemesini planladığı görülüyor. Barzani’yi otonomiye ben ikna ettim Mesud [Barzani] ayrılıkçı değil. Otonomiyi Barzani teklif etmedi, ağzından ben almak zorunda kaldım. Ona “Silah bırakmak için ne istiyorsa söylesin” diye mesaj yolladım “Şöyle yapalım böyle yapalım” diye cevap geldi. Sonunda “Otonomi mi” istiyorsunuz diye ben sordum. Resmen zorladım. Mesud babasına benziyor, lider olmak isteyen bir aşiret şeyhi. Ama Celal [Talabani] gerçek bir ayrılıkçı! Özal istiyorsa Kürtleri evlat edinsin ama sonra bizden yardım istemeyin Saddam Hüseyin, kornuşma sırasında Türkiye’nin Kürt meselesini aslında umursamadığını anlatmak için “Onlara Kürt bile demiyorlar” dedikten sonra Taha Yasin şunları söylüyor: Onlar cuma günü kimyasal silahlarla ilgili açıklamayı yapmadan önce finans bakanlarıyla konuştum. Özal’ın çok yakın arkadaşı olduğunu biliyorum. Finansörlerinden biri. O’na Özal’ın ekonomik durum nedeniyle güven oylamasına gittiğini bildiğimi ama bunun bize karşı sorumsuz muhalefet için bahane olamayacağını söyledim. “Başbakan Özal şimdi Kürt oylarını kazanmak için konuşuyor. O zaman biz de istediğimizi yapmakta özgür oluruz. 1984 anlaşmasını imzaladığımızda bu yaratıkların [Kürtlerin] hepsi buradaydı. Türkiye’nin istediğini takip etmek adına topraklarımıza 5 kilometre kadar girmesine izin verdiğimiz için Arapların hakaretine uğradık. Şimdi siz Kürtlerden özür diliyorsunuz, açıklamalar yapıyorsunuz. Başbakan isterse onları evlat edinsin ama sonra yardım istemeyin” dedim. Bakan bembeyaz oldu. “Bunu kastetmedik. Haklısınız. Hükümetin durumu nedeniyle pazarlık yapıyoruz” dedi. Kimyasal silahlarla ilgili bu kadar ısrarcı olmalarının nedeni de bu olmalı. EN YAKIN KURMAYLARI - Sadun Hamadi: Saddam döneminde Başbakan, Dışişleri Bakanı, Petrol Bakanı gibi önemli görevlerde bulundu. Konuşmanın geçtiği dönemde Meclis Başkanı’ydı. Rejim düşünce tutuklandı. Dokuz ay sonra, Şubat 2004’te ABD tarafından serbest bırakıldı. Lösemi olan Hamadi, 2007’de tedavi için gittiği Almanya’da öldü, Katar’a gömüldü. - İzzet El Duri: Irak’ın işgalinden önce Irak Devrimci Komuta Konseyi Başkan Yardımcılığı, Irak Devlet Başkan Yardımcılığı ve Kuzey Bölgesi Komutanlığı görevini sürdürdü. Saddam Hüseyin’ in idamının ardından, Baas Partisi 1 Ocak 2007’de El Duri’nin yeni meşru Irak Devlet Başkanı olduğunu açıkladı. İşgalden sonra Amerikan güçlerine yakalanmamayı başaran El Duri’nin hala nerede olduğu bilinmiyor. - Tarık Aziz: Saddam Hüseyin’in en yakın danışmanlarından olan Tarık Aziz, Dışişleri Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Süryani olan Aziz, Saddam’ın kabinesinin tek Hıristiyan üyesiydi. Ekim 2010’da idam cezasına çarptırıldı, ancak Devlet Başkanı Celal Talabani bu kararı imzalamayacağını açıkladı. - Taha Yasin: 1970’de Baas Partisi’nin silahlı kolu olan Halk Ordusunu kurdu. Sanayi Baknlığı yaptı, ayrıca, ülkenin en yüksek karar organı olan Devrim Komuta Konseyi üyesiydi. Saddam Hüseyin 1991’de Yasin’i yardımcısı yaptı. Saddam gibi idam cezasına çarptırıldı. 2007’de idam edildi. Halepçe’de 6000 kişi öldü Saddam Hüseyin ve kurmaylarının konuşmaları yaptıkları Haziran-Temmuz 1988’de İran-Irak Savaşı’nın (Birinci Körfez Savaşı) son ayına girilmişti. 1979 İslam Devrimi’nin ardından İran’ın yeni düzenini kurmaya çalıştığı için zayıf olduğunu düşünen Saddam Hüseyin, 22 Eylül 1980’de İran’a saldırdı. Ancak işler İran’daki müttefiki Şah’ı devirip iktidara gelen İslami rejimden hoşnut olmayan ABD’den de yeşil ışık alan Saddam’ın düşündüğü gibi olmadı. İran’ın beklenmeyen direnişi ile çabucak biteceği sanılan savaş sekiz yıl sürdü ve kazanan olmadan sonuçlandı. Savaşın bilançosu ise çok ağır oldu. Savaşın son dönemlerine girildiği 16 Mart 1988’de, Saddam Hüseyin, Kuzey Irak’ın İran sınırına yer alan Halepçe’de İran’ın da yardımı ile ayaklanan Kürtleri bastırmak için ordusunu devreye soktu. Müdahalede kimyasal silah kullanılması ile tarihin en büyük trajedilerinden biri yaşandı. 6 bin kişinin öldüğü Halepçe Katliamı’ndan kaçan yaklaşık 460 bin Kürt, Irak-Türkiye sınırına yığıldı. Türkiye’nin sınırları açması ile yaklaşık 51 bin kişi Türkiye’ye sığındı ve dört yıl burada kamplarda kaldı.

Vatikan'la ilgili gizli belgeleri sızdırdılar _ iyibilgi

Highlight Loc. 15-19  | Added on Wednesday, August 01, 2012, 09:13 PM

Papa'ya suikast iddiasının basına sızmasının ardından, devlet sekreterliğinden elde edilen belgeler kardinaller arasındaki papalık aday adaylığı için yarışın iyice kızıştığını ortaya koydu. Belgelerden, geçen hafta sonu yapılan 22 yeni kardinalin seçildiği toplantı sonrası ABD'li kardinallerin atağa geçtiği anlaşıldı. Vatikan içinde güç çekişmesine giren tarafların basına sızdırdığı belgeler, yolsuzlukla mücadele etmeye kararlı olan Monsignor Vigano'nun ayağının, bu durumdan hoşnut kalmayan lobiler tarafından kaydırıldığını da

Yolsuzluğu Bildiren Yarbayı Vurdular 21 Şubat 2012 08_42

İstanbul Fenerbahçe Orduevi Lojmanları’nda eşi ve bir çocuğuyla yaşayan Yarbay Aşkın Öğreten, otoparktaki arabasının içinde kafasından vurulmuş halde bulundu. Ağır yaralı olarak GATA’ya kaldırılan Öğreten, hayatını kaybetti. Araçtaki, üzerinde kurşun deliği bulunan kanlı yastık şüphe uyandırırken, Yarbay Öğreten’in, görev yaptığı komutanlıkta yaşanan bir yolsuzlukla ilgili olarak askerî savcılığa suç duyusunda bulunduğu ortaya çıktı.

Dev şirketler siyasete ne kadar para harcıyor_ _ iyibilgi

ABD’de politikacıları en çok, bankacılık alanında faaliyet gösteren şirketlerin finanse ettiði belirlendi. Ülkede lobicilik faaliyetlerine 1989’dan bu yana en çok parayı, Amerikan telefon ve telgraf şirketi AT&T şirketi yatırmış. ABD’nin en büyük sabit telefon ve en büyük ikinci cep telefon operatörü olan şirket, son 20 yılda lobicilik faaliyetleri için 45 milyon dolar harcamış ve en çok bağışı da rakip firma olan BellSouth’u satın aldığı 2006 yılında yapmış.

Fransa’da yayımlanan La Tribune gazetesinin internet sayfasında yer alan listede AT&T’yi, son 20 yılda lobiciliğe 36,7 milyon dolar ayıran Goldman Sachs izliyor. Bankacılık devi Goldman Sachs’ın bağışları özellikle son yıllarda artış kaydederken, şirketin bağışlarından en çok Demokrat Parti adayları yararlandı. Listenin üçüncü sırasında Citigroup yer alıyor. Bir başka ABD’li bankacılık şirketi olan Citigroup, 1989 yılından bu yana politikacılara 27 milyon dolar bağış yaptı. Şirket, bağış yaparken Demokrat ya da Cumhuriyetçi Parti ayrımı gözetmedi. Merkezi New York’ta bulunan banka, 2008 seçimlerinde politikacılara yaklaşık 5 milyon dolar bağışladı. Ancak bu yıl bankanın mali durumu, bu konuda daha az aktif olmasına neden oldu. Citigroup’u son 20 yılda politik alanda 24,9 milyon dolar harcayan UPS takip ediyor. Taşımacılık ve kargo hizmetleri veren şirket, daha çok Cumhuriyetçi Parti adaylarına bağış yaptı. Listenin beşinci sırasında yer alan Altria, 1989’dan bu yana lobicilik için 24 milyon dolar harcadı. Dünyanın en büyük sigara üreticisi ve eski Philip Morris olan Altria, her seçimde yaklaşık 3 milyon dolar bağış yaptı ve daha çok Cumhuriyetçi parti adaylarının finansmanına yardımcı oldu. -MİCROSOFT’TAN, DEMOKRAT PARTİ’YE 21 MİLYON DOLAR- Dünyanın en büyük yazılım şirketi Microsoft ise listenin altıncı sırasında bulunuyor. Şirket, lobicilik faaliyetlerine bağış yapmaya 1998 yılındaki anti-tröst davasının ardından başladı. Söz konusu tarihten bugüne şirket, Demokrat Parti adaylarına yaklaşık 21 milyon dolar bağış yaptı. Listenin yedinci sırasındaki JP Morgan Chase, son 20 yılda Cumhuriyetçi Partili politikacılara 20,3 milyon dolar verdi. ABD’nin en büyük bankalarından JP Morgan Chase, özellikle ABD Senatosu’ndaki Bankacılık Komisyonu’nun Cumhuriyetçi Partili Başkanı Richard Shelby’e finansal yardımda bulundu.

Medya grubu Time Warner ise listenin sekizinci sırasında yer alıyor. Şirket, Demokrat Partili adaylara 20 milyon dolar bağış yaptı. Time Warner’ı ABD’nin en büyük bankalarından Morgan Stanley izliyor. Bankacılık grubu, son 20 yılda politikacılara 19,8 milyon dolar harcadı. Şirket, geçen yıl Senato’daki Demokrat Parti lideri Harry Reid’a 3 milyon dolar bağış yaptı. Listenin onuncu sırasındaki Lockheed Martin ise ABD’li politikacılara 1989’dan bu yana 9,3 milyon dolar bağışta bulundu. Listedeki tek savunma sanayi alanında faaliyet gösteren şirket olan Lockheed Martin’in lobicilik faaliyetlerine yaptığı harcamaların artacağı belirtiliyor.

Bu sefer de Armageddon senaryosu _ iyibilgi

Debka, Çin’i kastederek, “Ortadoğu’daki yeni oyuncu Washington ve Kudüs’ü irkiltti. Askeri kaynaklara göre, 11 Ekim günü Suriye lideri Beşşar Esad’la görüşen Türk Başbakan Tayyip Erdoğan arasında Kürt sorunundan çok, Çin’in Türkiye, Suriye ve İran ile kurmak istediği askeri ve istihbarat ittifakı konuşuldu” diye yazdı. Başbakan Erdoğan’ın Çin’in katılımından yararlanmak istediğini ileri süren istihbarat sitesi, Çin savaş uçaklarının Anadolu Kartalı tatbikatında boy gösterip İran’dan yakıt ikmali yapmasının da son gelişmelerin bir parçası olduğunu savundu. Debka, Anadolu Kartalı tatbikatına katılmak üzere Türkiye’ye gelen Çin Su-27 ve Mig-29 uçaklarının, İran’ın Birjand kenti yakınlarında bulunan Gayem El Muhammed askeri üssünde yakıt ikmali yaptığını belirterek, Çinli pilotların bu sırada bizzat İran Hava Kuvvetleri Komutanı General Ahmet Migani tarafından ağırlandığını iddia etti. Siteye göre, Çin savaş uçakları Türkiye ile ilk kez ortak tatbikat yaptığı gibi İran’dan da ilk kez yakıt ikmali yaptı. Hürriyet

Akdeniz'deki sır ölüm, semboller, bağlantılar.. - İbrahim Karagül

"Çeçen avcısı" Rus generali gerçekten Çeçenler öldürmüş olabilir mi? İmkanları olsa elbette öldürmek isterler ve öldürürler de. Bu ihtimali yadırgamamakla beraber, daha can alıcı ihtimal ve bağlantılar üstünde durmanın çok daha yararlı olacağı kanaatindeyim. Şöyle düşünelim: Birileri gelip İskenderun'da Türk deniz üssünü vurabiliyorsa, o birilerinin generali, Rus askeri istihbarat Başkan Yardımcısı Yuriy Ivanov'u öldürüp denize atması neden zor olsun ki... Ayrıca, General'in cesedinin Türkiye'nin sahillerine vurmasının sembolik anlamı olabilir mi? Tıpkı İsrail savaş uçaklarının Suriye'yi bombalarken yakıt tanklarını Türkiye topraklarına bırakmaları gibi. Türkiye-Rusya-Suriye üçgeninde bir hesap bozma girişimi olabilir mi bu? Sarhoşken denize girdiği ve boğulduğu, 9 üst düzey Çeçen'in ölümünden sorumlu olduğu için bu çevreler tarafından öldürüldüğü iddiaları gündemde. Ancak Suriye-Rus yakınlaşmasından ve Rusya'nın bölgede askeri üs kurmasından rahatsız olan İsrail'in öldürmüş olabileceği de öne sürülüyor. Bence bu güçlü bir iddia. Neden mi? 14 Mayıs 2010 tarihinde bu köşede; olaydan üç buçuk ay önce, "Bu proje İsrail'in uykularını kaçırır" başlığı altında yazdıklarım aslında bu sorunun cevabı gibi... O zaman gelin cevapları birlikte değerlendirelim: Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev, Türkiye'den önce gittiği Suriye'de ne yaptı? Hamas'ın siyasi lideri Halid Meşal'le görüştü. Türkiye'nin Hamas'la görüşmesi üzerine kıyametleri koparanlardan hiç ses çıkmadı. Medvedev, Türkiye'de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le birlikte şunu söyledi: "Ortadoğu barış görüşmelerine tüm taraflar dahil edilmeli." Yani; Hamas olmadan barış oymaz. Türkiye ve Rusya'nın, İsrail'i çok kızdıran bu açıklaması, yeni Ortadoğu'nun işaretleri, artık bölgesel iklimin değiştiğinin göstergesidir. Açıklamaya İsrail'in verdiği "sert" tepkiyi kimse umursamadı. İsrail'den gelen; "Çeçenler neyse Hamas da odur" itirazı Moskova'da rahatsızlığa yol açmadı bile. Medvedev, Türkiye ile nükleer santral anlaşmasından sonra Suriye ile aynı konuyu görüştü. İki ülkenin nükleer işbirliği yapacağı açıklandı. Rusya, Suriye'de nükleer santral kuracak. İsrail'in can düşmanı ve "savaş hali"ni sürdürdüğü Suriye ile Rusya'nın nükleer işbirliği yapması İsrail için ne anlam ifade ediyor? Tel Aviv şimdilik buna sessiz gibi. Aslında yapabileceği çok fazla bir şey de yok. Ne Suriye'yi caydırabilir, ne de Rusya'yı ikna edebilir. Türkiye ve Rusya, İsrail'in "savaş hali" içinde olduğu Suriye ile sınırsız işbirliği yolunda kararlı adımlar atıyor. Nükleer işbirliği dahil, Suriye'de Rus deniz üssü dahil, Türkiye-Suriye arasında derin güvenlik anlaşmaları dahil, Ankara ve Moskova Suriye ve Filistin konusunda, İsrail'in önceliklerinin çok ötesinde gerçeklerle hareket ediliyor. Suriye'nin Akdeniz kıyısındaki Rus askeri üssü öteden beri İsrail'in uykularını kaçırıyor. Doğu Akdeniz'de kendisine bir meydan okuma olarak algıladığı, hareket alanını daralttığı için caydırıcı itkiye sahip. Sadece bu üs değil, son aylarda Rusya, Suriye'nin hava savunma sistemlerini güçlendirici ileri teknoloji silahlar sevketmeye başladı. İsrail'in ve ABD'nin bütün baskılarına rağmen Moskova bu konuda geri adım atmadı.

Medvedev Şam'da Halit Meş'al'le görüştüğü zaman İsrail ne demişti? "Çeçenler neyse Hamas da odur." Çeçenler'in hedefindeki bir isim, Suriye'deki faaliyetleri nedeniyle İsrail'i çok rahatsız eden bir isim, İsrail tehdidine savuşturmak için Suriye'ye verilen ileri savunma sistemleriyle bağlantılı bir isim, bölgedeki Rus askeri üssüne denetleyen bir isim, bölgedeki istihbarat yapılanmasından sorumlu bir isim öldürülüyorsa ne diyeceğiz?

1993ü Karanlık Yıl Yapan Neden

1993'te neler oldu? Önceki gün Kanaltürk televizyonunda Tarık Toros'un sunduğu Merkez Siyaset programını izlerken yayına Semra Özal bağlandı. 8'inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölümüyle ilgili gerçekten çarpıcı ve şaşırtıcı şeyler söyledi. "Turgut Bey öldüğünde yanındaki tek kişi bendim. Birden düştüğünü gördüm ve ağzından köpük gelmişti. Doktor ve ambulans yoktu. İki yaver ve iki garson kucaklayarak arabaya götürdüler... " Çok tartışılan "zehirlendi mi" sorusuna ise şöyle cevap veriyordu: "Turgut Bey iki şeyi hiç sevmezdi, kuru fasulye ve limonata... Bir gün önce Kemal Yamak ve birkaç kişi Bulgaristan Elçiliği'nin resepsiyonuna gitmesi gerektiğini söyleyince o da gitmiş... İçki içmediği için limonata vermişler o da kıramamış içmiş... Ben bundan şüpheleniyorum. Savcı isterse her şeyi anlatırım." Semra Özal tartışma ilerledikçe başka ilginç şeyler de söyledi: "Ambulans yoktu ve makam arabasıyla hastaneye götürüldü. Giderken GATA'ya götürüleceği söylenmişti. Ama yolda karar değiştirip Hacettepe'ye götürmüşler..." İnanılmaz değil mi? Bir ülkenin cumhurbaşkanı yaşamını yitiriyor ve Cumhurbaşkanlığı köşkünde doktor olmadığı gibi ambulans da yok. Hatta Ahmet Özal Hacettepe'de kan şişesinin kırıldığını söylüyor. O günkü başyaver Aslan Güner'in ambulansla gittiğini söylediği hatırlatılınca, Semra Özal şiddetle reddediyordu: "O doğru söylemiyor."

Bugün Semra Özal'ın söyledikleriyle o yıl yaşananlar bir araya getirildiğinde ortaya çıkan dehşet fotoğrafı karşısında ürkmemek elde değil. İşte o fotoğraftan birkaç kare... 24 Ocak 1993: Gazeteci Uğur Mumcu öldürüldü. 5 Şubat 1993: Eski Maliye Bakanı Adnan Kahveci ailesiyle birlikte Bolu Gerede'de ters yola girerek trafik kazasında hayatını kaybetti. 17 Şubat 1993: Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis, "buzlanma" nedeniyle uçağının düşmesi sonucu yaşamını yitirdi. 17 Nisan 1993: 8'inci Cumhurbaşkanı Özal vefat etti. 4 Eylül 1993: DEP Milletvekili Mehmet Sincar, sokak ortasında öldürüldü. 22 Ekim 1993: Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın suikast silahıyla öldürüldü. 4 Kasım 1993: JİTEM'in kilit isimlerinden Yüzbaşı Cem Ersever öldürüldü. Tabii sadece bu kadar değil, aynı yıl teskere almış 33 asker şehit edildi, Aziz Nesin ve bir grup aydın ve sanatçının kaldığı Sivas Madımak Oteli ateşe verildi, 37 kişi öldü. Ve Erzincan Başbağlar'da 33 kişi öldürüldü. Daha da uzatmak mümkün... Peki, neydi bu yılı böyle kanlı yapan? Bütün mesele Türkiye'nin değişmesinin ve temel sorunlarıyla yüzleşmesinin istenmemesiydi. O sürecin ortak paydası ise Kürt meselesini barışçı yöntemlerle çözmekti. Rahmetli Özal ölmeseydi, Kürt meselesini odak yaptığı "İkinci Değişim Programı"nı hayata geçirecekti. Orgeneral Eşref Bitlis ve yakın düşünen askerler ise Kürt meselesinin şiddetle çözülmeyeceğini söylüyordu. Hâlâ neden o yola girdiği anlaşılamayan rahmetli Adnan Kahveci ile ölümünden birkaç ay önce Ankara'da buluşmuş, Kürt meselesini konuşmuştuk. Fransa ve İspanya'daki Bask meselesini yakından incelediğini söyleyen Kahveci şöyle diyordu: "Bizim Kürt meselesini çözmememiz için hiçbir neden yok. Demokrasi ve özgürlüklerden korkmamalıyız..." Uğur Mumcu da en son Kürt meselesi bahanesiyle yaygınlaşan uyuşturucu kaçakçılığı ve kirli ilişkilerle ilgiliydi. "Uyuşturucu kaçakçısı" Hüseyin Baybaşin, Mumcu'nun "Bu işin köküne kadar gideceğim" dediği için öldürüldüğünü söylüyordu.

Türkiye İran'dan daha güçlü _ iyibilgi

Harb’a ve iki model arasındaki ayrımına dönecek olursak, yazar farkı şöyle özetliyor: “Türkiye ekonomisinin modernleşmesine ve kaynaklarının büyümesine önem verirken, İran ideoloji ve devrim ihraç etmek istiyor. Türkiye İslam dünyasına açılırken, İran Batı’nın kültürel işgaline karşı söylemler üzerinden ideolojik korkutmaya başvuruyor. Türkiye Araplar arasındaki ve bölgesel çekişmelerde çözüm için arabulucu rolü oynarken, İran bölgedeki siyasi ve sosyal şartları yeniden düzenlemek istiyor. Türkiye esnek güçle iştigal ederken, İran uranyum zenginleştirmeye ve insanları kurbana çeviren bir kültürü işleve koymaya önem veriyor.” Türk modelinin başarısı ve İran modelinin başarısızlığı da buradan kaynaklanıyor. Türk modeli Filistin’e yönelik tutumlarıyla sevgimizi kazanırken, diğer projeler ideolojik ‘sevgi’ dışında bir şey kazanmıyor.

Mezhepsel farklara rağmen her iki deneyimde kinetik İslami deneyimden kaynaklanıyor. Bu bağlamda en belirgin ironi de, İslamcı kökenli AKP’nin ‘laikliği korumayı’ taahhüt etmesi. Avrupa’nın da içinde bulunduğu bir gelecek planı yapan, kendisini bölgede yararlı bir güç haline getiren, yıkıcı değil yapıcı davranan, diziler, turizm ve aylar önce yayına başlayan Arapça resmi kanalıyla kültürünü yayan Türkiye’nin temel farkı bu.

BCCI Operations. Inside the Global Banking Intelligence Complex

The Market Oracle __ Financial Markets Analysis & Forecasting Free Website

As investigative reporter Chris Floyd wrote, “Instead of stopping the drug-runners and terrorists, the CIA decided to join them, using BCCI’s secret channels to finance ‘black ops’ all over the world.” Reporting in Time magazine, Beaty and Gwynne revealed some of the details:  “From interviews with sources close to B.C.C.I., TIME has pieced together a portrait of a clandestine division of the bank called the ‘black network,’ which functions as a global intelligence operation and a Mafia-like enforcement squad…. The black network — so named by its own members — stops at almost nothing to further the bank’s aims the world over. The more conventional departments of B.C.C.I. handled such services as laundering money for the drug trade and helping dictators loot their national treasuries. The black network, which is still functioning, operates a lucrative arms-trade business and transports drugs and gold. According to investigators and participants in those operations, it often works with Western and Middle Eastern intelligence agencies. The strange and still murky ties between B.C.C.I. and the intelligence agencies of several countries are so pervasive that even the White House has become entangled. As TIME reported earlier this month, the National Security Council used B.C.C.I. to funnel money for the Iran-contra deals, and the CIA maintained accounts in B.C.C.I. for covert operations. Moreover, investigators have told TIME that the Defense Intelligence Agency has maintained a slush-fund account with B.C.C.I., apparently to pay for clandestine activities…. The black network was a natural outgrowth of B.C.C.I.’s dubious and criminal associations…. Its original purpose was to pay bribes, intimidate authorities and quash investigations. But according to a former operative, sometime in the early 1980s the black network began running its own drugs, weapons and currency deals…. Sources have told investigators that B.C.C.I. worked closely with Israel’s spy agencies and other Western intelligence groups as well, especially in arms deals. The bank also maintained cozy relationships with international terrorists, say investigators who discovered suspected terrorist accounts for Libya, Syria and the Palestine Liberation Organization in B.C.C.I.’s London offices…. U.S. intelligence agencies were well aware of such activities. ‘B.C.C.I. played an indispensable role in facilitating deals between Israel and some Middle Eastern countries,’ says a former State Department official. ‘And when you look at the Saudi support of the contras, ask yourself who the middleman was: there was no government-to-government connection between the Saudis and Nicaragua.’” 

Bitlisin Uçağına O Da Binecekti

Eşref Bitlis'in yaşamını yitirdiği dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin bir ziyaret sırasında gittiği Rusya'da kendisine yönelik suikat planına ilişkin ihbar aldını söyledi. Sezgin olayı şöyle anlattı: "Organize suçlarla mücadele için imzalanan bir anlaşma için Rusya'ya gittim. Orada PKK ile mücadele konusunda destek vermedikleri gerekçesiyle sitem ettim. Rus Bakan bunun üzerine cebinden yazılı bir suikast ihbarı çıkarıp bana verdi. Bölücü örgütün bana suikast yapacağına dair bilgi vardı bu yazıda. Suikast ihbarı bana geldi, Eşref Paya'ya gelmedi."

Eşref Bitlis'in uçak kazasında yaşamını yitirdiği dönemde İçişleri Bakanı olan İsmet Sezgin: Diyarbakır'a giden uçakta ben de bulunacaktım. Grup toplantısı yüzünden gitmekten vazgeçtim...

Bitlisi Şehit Eden Karanlık İlişki!! 04 Ekim 2010 07_14

Orgeneral Eşref Bitlis, ölümünden 7 ay önce Özal'a sunduğu mektubunda Çekiç Güç'ün PKK'ya yardım ettiğini telsiz konuşmalarıyla ortaya koyup,"Devreye girin, önü alınamayan risklerle karşı karşıyayız" diyordu. "Kod Adı: Kale" planı MGK'ya gelince ise rahatsızlıklar başlamıştı

(...)

ABD'DEN PKK'YA YARDIM Bitlis, mektubun ilk bölümünde ABD tarafından bölgede konuşlu Çekiç Güç'teki bazı komutanların terör örgütü PKK'ya yardım ettiğini ayrıntıları ile açıklıyor. Bu iddiayı güçlendiren görüntü ve telsiz konuşmaları aktarılıyor. ABD'li bazı komutanlarla, PKK lider kadrosunun yaptığı üç toplantıya ilişkin ayrıntılar veriliyor. Eşref Bitlis, mektubunda ikinci olarak devlet içindeki bazı unsurların terörden rant sağladığını vurguluyor ve isimler veriyor. Güneydoğu'daki bazı işadamlarının güvenlik güçlerinin de desteğini alarak bölgede terör örgütü PKK adına kaçakçılık yaptığını belirtiyor. Mektubun ikinci bölümünde ise Kürt Sorunu Çözüm önerilerini içeren bir rapordan bahsediliyor. "Kod Adı: Kale" olarak tanımlanan planda öncelikli olarak terör belasının defedilmesi gerektiği belirtiliyor. İkinci aşamada ise Kürt halkına yönelik ılımlı adımların atılması için devlet politikası oluşturulması gerektiği vurgulanıyor ve "Bölge halkının kazanılması zaruridir. Halk yanlış yönetim ile terör örgütü arasında sıkışmış durumdadır. Bunu suiistimal eden unsurların bertaraf edilmesinin zorunluluğu ortadadır" tespitinde bulunuluyor. MGK GÜNDEMİ OLDU Kürt sorunu çözüm planını ciddi şekilde değerlendiren Turgut Özal, kendisine gelen mektuptan sonra Org. Bitlis ile iki görüşme gerçekleştiriyor. Bitlis Paşa'dan planın nasıl uygulanması gerektiğine ilişkin ayrıntılı yeni bir çalışma yapmasını istiyor ve bu konuda bazı sivil isimlerden yardım alabileceğini belirtiyor. Turgut Özal, Bitlis'le yaptığı ilk görüşmeden sonra konuyu devletin zirvesinde tartışmaya açıyor. Planın içeriğini önce dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş ile değerlendiriyor. Konunun ayrıntıları daha sonra MGK toplantılarında ele alınıyor. Özal, Bitlis'in de tavsiyesine uyarak MGK'nın Ağustos 1992 tarihli toplantısını Diyarbakır'da olağanüstü topladı. 27 Ağustos tarihinde gerçekleştirilen toplantı sonrasında 6 maddelik bir bildiri yayınlandı. Adeta "Kod Adı: Kale" planının izlerini taşıyan bildiride "terörle mücadelenin yasalar çerçevesinde yürütüleceği" ve "Bölge halkının yaşam seviyesinin yükseltilmesi için" çalışmalar yapılacağı vurgulandı. Eylül, Ekim, Kasım, Aralık 1992 tarihli MGK toplantılarda da terör konusu ayrıntılı bir şekilde işlendi ve aynı şekilde bildirilere yansıtıldı.

Israil'in Kürt Karti

Sevkiyatı düzenleyen üst düzey bir Amerikan subayına göre, "İsrailliler askeri açıdan silahlara o kadar da muhtaç değildiler; bu aslında psikolojik ve moral destek olarak önem taşıyordu. Herkesin ortak görüşü, Tel-Aviv'in hemen dışındaki Lod Havaalanı'na uçan dev nakliye uçaklarının görüntüsünün, İsrail halkının moral durumu üzerinde "hesaplanamaz bir etki" yarattığı yönündeydi. Kısacası sevkiyat, asıl olarak "Hıttin Korkusu"nun yenilmesine yaramıştı. İsrail, 26 Ekim günü fiili olarak sona eren savaşla birlikte derin bir nefes aldı.

Ukrayna ve Gürcistan'da renkli devrimler yapan, Romanya ve Bulgaristan'a on binlerce asker yerleştirmeye başlayan, bu ülkeleri askeri üslerle donatan, Gürcistan savaşında savaş gemilerini Karadeniz'e gönderen ama Türkiye'nin sınırlamasıyla karşılaşan, Karadeniz'i bir Amerikan Gölü'ne dönüştürmek için Türkiye'ye baskı üstüne baskı yapan ABD ve Türkiye'den dışlandıktan sonra Romanya ile anlaşıp hava sahasını kullanan, Gürcistan'a askeri yığınak yapan İsrail, böyle bir anlaşmadan ciddi biçimde rahatsız olacak. 

 

Çin Hava Kuvvetleri Türkiye'ye niçin gitti

Çin uçaklarının Türkiye’ye intikalinin/konuşlanmasının Çin Başbakanı Wen Jiabao’nun 6 Ekim’de Brüksel’de AB komisyonu ile yapacağı, gergin ve verimsiz geçmesi beklenen zirve öncesine rastlamasının birincil –ve galiba fırsatçı – niyeti bu olabilir. Anadolu semalarındaki it dalaşına gömülü daha stratejik bir diğer mesaj ise Çin’in ana kaygılarına daha yakın. Çin savaş uçaklarının Türkiye’ye intikali, Çin yönetimi ve ordusunda Pekin’in erişim ve sürpriz kabiliyetini ispatlama azminde olanların gündemini pekiştirecektir. Bazıları, tatbikatın gerçekte yapılıp yapılmadığı hakkında kararsız olsalar da, pek çokları bu hadisenin Türkiye’nin amaçlarını, NATO’yla ve AB’yle gelecekteki ilişkilerini ortaya koyabileceğini düşünüyorlar.

Türkiye’nin AB ile gitgide endişe verici ilişkisi- ki Ankara’nın atalardan kalma Müslüman yayılması anılarını çalmaya devam ederken Avrupa kalpgâhına yakınlaşma yönündeki herhangi bir çabasını elekten geçiren güçlü bir “Viyana Kapısı” var – Çin pilotlarını NATO hava sahasında eğitme kararına katkıda bulunduğu kesindir.

2009 Ocak ayında korsanlıkla mücadele kapsamında Aden Körfezine savaş gemileri gönderilirken de bu halet-i ruhiye göze çarpıyordu; resmi ağızlar, 15. Yüzyılda Amiral Zheng He’nin Ortadoğu ve Afrika’ya gerçekleştirdiği yedi deniz seyahati ile bu misyon arasında kıyas yapmışlardı.

1 / 1

Please reload

bottom of page